faint
01
zayıf, hafif
barely noticeable or weak in intensity
Örnekler
He felt a faint sense of unease as he entered the dark room.
Karanlık odaya girerken hafif bir huzursuzluk hissetti.
She had a faint memory of visiting the place when she was a child.
Çocukken o yeri ziyaret ettiğine dair belirsiz bir anısı vardı.
Örnekler
The faint sound of music could be heard from the distant house.
Uzak evden müziğin zayıf sesi duyulabiliyordu.
There was a faint smell of flowers in the air as they walked through the garden.
Bahçede yürürken havada hafif bir çiçek kokusu vardı.
03
zayıf, cılız
performed or done weakly or with little energy
Örnekler
She offered only faint praise for his efforts, indicating a lack of enthusiasm or conviction.
O, çabaları için sadece zayıf bir övgü sundu, bu da bir coşku veya inanç eksikliğini gösteriyordu.
The athlete 's faint attempt at the high jump fell short, lacking the required strength.
Atletin yüksek atlamadaki zayıf girişimi, gereken güçten yoksun olarak kısa düştü.
Örnekler
The heat made him dizzy, and he started to feel faint.
Sıcak onu sersemletti ve bayılacak gibi hissetmeye başladı.
She felt faint after standing for a long time without moving.
Uzun süre hareket etmeden ayakta durduktan sonra baygın hissetti.
05
çekingen, tereddütlü
easily intimidated or hesitant
Örnekler
The faint approach to the negotiations showed his reluctance to take a firm stance.
Müzakerelerdeki çekingen yaklaşım, sağlam bir duruş sergilemekteki isteksizliğini gösterdi.
Her faint response to the challenge revealed her fear of failure.
Meydan okumaya verdiği çekingen yanıt, başarısızlık korkusunu ortaya çıkardı.
Örnekler
Through the fog, I could see the faint outline of a boat in the distance.
Sisin arasından, uzaktaki bir teknenin belirsiz siluetini görebiliyordum.
A faint shadow moved across the room, but I could n’t tell what it was.
Odanın içinde soluk bir gölge hareket etti, ama ne olduğunu anlayamadım.
to faint
01
kendinden geçmek
to suddenly lose consciousness from a lack of oxygen in the brain, which is caused by a shock, etc.
Intransitive
Örnekler
Witnessing the accident made her faint, and she collapsed on the spot.
Kazaya tanık olmak onu bayıltı ve oracıkta yığılıp kaldı.
Prolonged standing in the heat can cause some individuals to faint due to dehydration.
Sıcakta uzun süre ayakta durmak, bazı insanların susuzluk nedeniyle bayılmasına neden olabilir.
Örnekler
As the sun set, the colors of the sky began to faint into darkness.
Güneş batarken, gökyüzünün renkleri karanlığa doğru solmaya başladı.
His voice started strong but began to faint as exhaustion took over.
Sesi güçlü başladı ama yorgunluk ağır basınca zayıflamaya başladı.
Örnekler
He began to faint in the face of overwhelming challenges.
Ezici zorluklar karşısında tereddüt etmeye başladı.
The soldier refused to faint despite the danger ahead.
Asker, önündeki tehlikeye rağmen gevşemeyi reddetti.
Faint
01
baygınlık
a brief loss of consciousness caused by a temporary drop in blood flow to the brain
Örnekler
The sight of blood overwhelmed him, and he fell into a faint on the hospital floor.
Kan görüntüsü onu bunaltı ve hastane zeminine baygın düştü.
Her faint lasted only a few seconds, but it left her feeling weak and disoriented.
Bayılması sadece birkaç saniye sürdü, ama onu halsiz ve şaşkın hissettirdi.
Leksikal Ağaç
faintly
faintness
faint
