dim
Örnekler
The dim hallway was illuminated only by a flickering candle.
Loş koridor sadece titreyen bir mumla aydınlatılmıştı.
The room grew dim as the sun set behind the horizon.
Güneş ufkun ardında batarken oda loş bir hal aldı.
Örnekler
His dim responses during the class indicated a struggle to grasp the fundamental principles of the subject.
Ders sırasındaki donuk yanıtları, konunun temel ilkelerini kavramakta zorlandığını gösteriyordu.
In the debate, he presented dim arguments that failed to address the nuanced aspects of the issue.
Tartışmada, konunun nüanslı yönlerini ele almayan donuk argümanlar sundu.
Örnekler
The dim outline of the mountains appeared through the fog.
Dağların belirsiz silueti sisin arasından göründü.
As she walked further away, the details of the dim figure became harder to discern.
Daha fazla uzaklaştıkça, belirsiz figürün detaylarını ayırt etmek daha zor hale geldi.
3.1
belirsiz, bulanık
not vividly remembered or clearly articulated in one’s thoughts
Örnekler
As he recounted the story, only dim memories of his childhood surfaced.
Hikayeyi anlatırken, çocukluğuna dair yalnızca silik anılar su yüzüne çıktı.
Her dim recollections of the event made it difficult to provide accurate details.
Olayın belirsiz hatıraları, doğru detayları vermeyi zorlaştırdı.
Örnekler
The dim light from the candle flickered softly in the dark room.
Mumdan gelen loş ışık karanlık odada yumuşakça titriyordu.
The dim hue of the sunset painted the sky in muted shades of orange and purple.
Gün batımının soluk rengi, gökyüzünü soluk turuncu ve mor tonlarla boyadı.
05
kasvetli, umut kırıcı
conveying a sense of bleakness or lack of optimism about future possibilities
Örnekler
The dim prospects of finding a solution to the problem left everyone feeling disheartened.
Soruna bir çözüm bulmanın soluk umutları herkesi cesaretini kırmış hissettirdi.
The dim forecast for the company ’s growth led to skepticism about its future.
Şirketin büyümesi için karamsar tahmin, geleceği hakkında şüphecilik yarattı.
06
donuk, solgun
(of eyes) lacking brightness or clarity, often appearing dull or unfocused
Örnekler
After a long day at work, her eyes looked dim from exhaustion.
Uzun bir iş gününün ardından, gözleri yorgunluktan donuk görünüyordu.
The dim gaze of the elderly man suggested he had seen too much in his lifetime.
Yaşlı adamın donuk bakışları, hayatında çok şey gördüğünü ima ediyordu.
Örnekler
The music from the party was dim, barely reaching my ears through the closed window.
Partiden gelen müzik boğuktu, kapalı pencereden zar zor kulağıma ulaşıyordu.
As I walked away, the voices behind me grew dim, fading into the background.
Uzaklaştıkça, arkamdaki sesler boğuklaştı, arka plana karışarak kayboldu.
to dim
01
karartmak, loşlaştırmak
to make something less bright or shiny
Transitive: to dim lights or a source of light
Örnekler
She dims the lights in the evening for a cozy atmosphere.
O, rahat bir atmosfer için akşamları ışıkları karartır.
The sunset is currently dimming the natural light in the room.
Gün batımı şu anda odadaki doğal ışığı karartıyor.
Örnekler
As the excitement of the concert faded, the cheers from the crowd dimmed to a quiet murmur.
Konserin heyecanı azalırken, kalabalığın tezahüratları sessiz bir mırıltıya zayıfladı.
His enthusiasm for the project dimmed over time, replaced by a sense of disillusionment and apathy.
Projeye olan coşkusu zamanla azaldı, yerini bir hayal kırıklığı ve kayıtsızlık duygusuna bıraktı.
03
kör etmek, karartmak
to blind or obscure someone's vision
Transitive: to dim someone's vision
Örnekler
The sudden glare of the headlights dimmed his eyes for a moment, causing him to squint.
Farın ani parıltısı gözlerini bir anlığına kararttı, onu gözlerini kısmaya zorladı.
Her tears dimmed her eyes, making it difficult for her to see clearly.
Göz yaşları gözlerini kararttı, bu da net görmesini zorlaştırdı.
Örnekler
As the sun dipped below the horizon, the light began to dim, signaling the approach of evening.
Güneş ufkun altına indikçe, ışık sönmeye başladı ve akşamın yaklaştığını haber verdi.
The stars dimmed as clouds rolled in, obscuring their brightness with a veil of gray.
Bulutlar geldikçe yıldızlar söndü, gri bir örtüyle parlaklıklarını gizledi.
05
kısmak, azaltmak
to adjust the intensity of a vehicle's headlights by lowering their beam, to prevent blinding or dazzling oncoming drivers
Transitive: to dim a vehicle's headlights
Örnekler
As the car approached another vehicle on the dark road, the driver dimmed the headlights to ensure the safety of both drivers.
Araba karanlık yolda başka bir araca yaklaşırken, sürücü her iki sürücünün güvenliğini sağlamak için farları kıstı.
He quickly dimmed his headlights when he noticed an oncoming car approaching on the narrow country lane.
Dar bir kır yolunda karşıdan gelen bir araba fark ettiğinde hızla farlarını kıstı.
Leksikal Ağaç
dimly
dimness
dim



























