to bring
01
getirmek
to come to a place with someone or something
Transitive: to bring sb/sth | to bring sb/sth somewhere
Örnekler
Can we bring our pets to the park?
Evcil hayvanlarımızı parka getirebilir miyiz?
Do n't forget to bring your ID when you come to the event.
Etkinliğe geldiğinizde kimliğinizi getirmeyi unutmayın.
1.1
neden olmak
to result in or cause something
Transitive: to bring a state or emotion
Örnekler
Graduation often brings with it a sense of nostalgia and reflection.
Mezuniyet genellikle nostalji ve düşünme duygusunu beraberinde getirir.
Hard work brings success.
Sıkı çalışma başarı getirir.
1.2
belirli bir yerde veya durumda olmasına neden olmak
to make someone or something be in or go to a specific place
Transitive: to bring sb/sth somewhere
Örnekler
The new highway construction has brought increased traffic to the city.
Yeni otoyol inşaatı, şehre artan trafiği getirdi.
The power lines were built to bring electricity to the remote village.
Enerji hatları, elektriği uzak köye getirmek için inşa edildi.
1.3
sağlamak
to provide or offer someone something
Ditransitive: to bring sb sth | to bring sth to sb/sth
Örnekler
Her writing brings her a six-figure book deal.
Yazıları ona altı rakamlı bir kitap anlaşması getiriyor.
The doctor brought us the results of the medical tests.
Doktor bize tıbbi testlerin sonuçlarını getirdi.
1.4
getirmek
to make someone or something move towards a particular direction
Transitive: to bring sth to a direction | to bring sth in a specific manner
Örnekler
Bring the cup down gently onto the table.
Getir bardağı yavaşça masaya koy.
Bring your knees up towards your chest during the exercise.
Egzersiz sırasında dizlerinizi göğsünüze doğru getirin.
02
sebep olmak
to make someone or something to be placed in a certain condition or state
Complex Transitive: to bring sb/sth to a specific state
Örnekler
Economic downturn had brought the industry to the brink of bankruptcy.
Ekonomik durgunluk, endüstriyi iflasın eşiğine getirmişti.
The therapist aimed to bring her patients to a state of emotional well-being.
Terapist, hastalarını duygusal esenlik durumuna getirmeyi hedefliyordu.
03
yasal işlem başlatmak
to take legal action against someone or something and demand that they appear in a court of law
Transitive: to bring a legal claim against sb/sth
Örnekler
The attorney decided to bring a case against the negligent driver.
Avukat, dikkatsiz sürücüye karşı bir dava açmaya karar verdi.
The plaintiff plans to bring charges against the accused.
Davacı, sanığa karşı suçlamalar getirmeyi planlıyor.
