to scramble
01
tırmanmak, zorlukla çıkmak
to ascend or move clumsily up a steep surface, using both hands and feet for support
Intransitive: to scramble | to scramble somewhere
Örnekler
As the hikers reached the rocky peak, they had to scramble to conquer the last few meters.
Yürüyüşçüler kayalık zirveye ulaştıklarında, son birkaç metreyi fethetmek için tırmanmak zorunda kaldılar.
In the race against time, the mountaineers had to scramble up the icy slope to reach the stranded climbers.
Zamana karşı yarışta, dağcılar mahsur kalan dağcılara ulaşmak için buzlu yamaçta tırmanmak zorunda kaldı.
02
çırpmak
to mix an egg yolk with its egg whites and then cook it, usually with milk or butter
Transitive: to scramble eggs
Örnekler
For a quick breakfast, she decided to scramble some eggs with a dash of milk to make them fluffy.
Hızlı bir kahvaltı için, onları kabarık yapmak için biraz sütle birkaç yumurtayı çırpmaya karar verdi.
The chef skillfully demonstrated how to scramble eggs, adding butter for a rich and savory flavor.
Şef, zengin ve lezzetli bir tat için tereyağı ekleyerek yumurtaları nasıl çırpacağını ustalıkla gösterdi.
03
aceleyle hareket etmek
to move quickly and with urgency, often in a disorderly manner
Intransitive: to scramble | to scramble somewhere
Örnekler
When the fire alarm sounded, people began to scramble out of the building, evacuating in a hurry.
Yangın alarmı çaldığında, insanlar binadan telaşla çıkmaya başladı, aceleyle tahliye oldular.
As the unexpected announcement was made, passengers started to scramble to catch the last train of the day.
Beklenmedik duyuru yapıldığında, yolcular günün son trenini yakalamak için telaşla hareket etmeye başladı.
04
şifrelemek, karıştırmak
to encode a broadcast transmission or telephone conversation in a way that renders it unintelligible without the use of a decoding device
Transitive: to scramble communications
Örnekler
During the Cold War, military communications often used encryption to scramble messages.
Soğuk Savaş sırasında, askeri iletişim genellikle mesajları karıştırmak için şifreleme kullanıyordu.
The radio operator had to scramble the transmission to ensure secure communication.
Radyo operatörü, güvenli iletişimi sağlamak için iletimi karıştırmak zorunda kaldı.
05
karıştırmak, düzensizce yerleştirmek
to mix or jumble something, creating confusion or disorder
Transitive: to scramble sth
Örnekler
In the rush to pack for the trip, I scrambled my clothes and toiletries in the suitcase.
Yolculuk için valizi hazırlama telaşında, giysilerimi ve tuvalet malzemelerimi valizde karıştırdım.
The toddler gleefully scrambled the puzzle pieces, challenging the adults to put it back together.
Yürümeye yeni başlayan çocuk, yetişkinleri onu tekrar bir araya getirmeye zorlayarak puzzle parçalarını neşeyle karıştırdı.
Scramble
01
karmaşa, düzensiz mücadele
an unceremonious and disorganized struggle
02
telaş, acele
rushing about hastily in an undignified way



























