Dribble
01
damla, sızıntı
a thin stream, trickle, or the gradual formation and falling of drops of liquid from a source
Örnekler
After the storm a dribble of water ran along the windowsill.
Fırtınadan sonra, pencere pervazı boyunca bir damlama su aktı.
Clean the dribble of oil on the workbench before it stains the surface.
Yüzeyi lekelemeden önce tezgâhtaki yağ damlasını temizleyin.
02
top sürme
the controlled advancement of a ball by a player using repeated slight touches, kicks, or pushes to keep possession and move past opponents
Örnekler
His tight dribble around the defender created space for a shot on goal.
Savunma oyuncusunun etrafındaki sıkı top sürmesi gol için şut atma alanı yarattı.
During practice she worked on changing pace on the dribble to beat markers.
Antrenmanda, oyuncuları geçmek için top sürme sırasında hız değiştirme üzerinde çalıştı.
03
salyya sızıntısı, ağızdan akan tükürük
saliva that flows slowly and involuntarily from the mouth
Örnekler
There was a faint dribble at the corner of the toddler's mouth after his nap.
Küçük çocuğun ağzının köşesinde uykusundan sonra hafif bir salya sızıntısı vardı.
He wiped the dribble from his chin before standing to speak.
Konuşmak için ayağa kalkmadan önce çenesindeki salyayı sildi.
to dribble
01
damlamak, sızmak
to flow slowly, often in small drops or an uneven stream
Intransitive: to dribble somewhere
Örnekler
Rain dribbled down the windowpane, creating small streaks of water.
Yağmur, camdan süzülerek aşağı aktı ve küçük su çizgileri oluşturdu.
Tears dribbled down her cheeks as she listened to the heartbreaking story.
Yürek parçalayan hikayeyi dinlerken gözyaşları yanaklarından süzülüyordu.
02
damlatmak, yavaşça dökmek
to pour a liquid slowly in small drops or a thin stream
Transitive: to dribble a liquid somewhere
Örnekler
She dribbled honey onto the toast, carefully avoiding a mess.
O, döküntü yapmaktan dikkatlice kaçınarak tostun üzerine bal damlattı.
The chef dribbled olive oil over the salad for extra flavor.
Şef, salataya ekstra lezzet katmak için zeytinyağını damlattı.
03
salya akıtmak, ağızdan salya akması
to let saliva fall or run from the mouth
Intransitive
Örnekler
He could n’t stop dribbling during his nap, leaving a wet spot on his pillow.
Şekerlemesi sırasında salya akıtmaktan vazgeçemedi ve yastığında ıslak bir leke bıraktı.
She noticed that her dog dribbled at the sight of his favorite treat.
En sevdiği ödül mamasını görünce köpeğinin salya akıttığını fark etti.
04
top sürmek, dribling yapmak
to move a ball forward by tapping it lightly, either with your feet, stick, or by bouncing it
Transitive: to dribble a ball
Örnekler
He dribbled the soccer ball past several defenders to set up a goal.
Bir gol hazırlamak için futbol topunu birkaç defans oyuncusunun yanından sürdü.
She skillfully dribbled the basketball around her opponents.
Rakiblerinin etrafında basketbol topunu ustalıkla sürdü.
