Brim
01
şapkanın düz olan tepe kısmı
the extended edge or projecting part of a hat that extends outward from the base
Örnekler
She tilted her head to shield her eyes from the sun using the brim of her hat.
Güneşten gözlerini korumak için şapkasının kenarını kullanarak başını eğdi.
The wide brim on his hat was perfect for keeping the rain off his face.
Şapkasının geniş kenarı, yağmurun yüzüne gelmesini engellemek için mükemmeldi.
02
the upper edge of a container, often where liquid reaches or overflows
Örnekler
She filled the glass to the brim with water.
The basket was full to the brim with fresh fruit.
to brim
01
doldurmak, taşırmak
to fill something, such as a container or space, to the very top or edge
Transitive: to brim a container or space with a liquid
Örnekler
She brims the coffee cup with cream every morning.
O her sabah kahve fincanını krema ile doldurur.
The chef is brimming the pot with simmering soup.
Şef, tencerenin ağzına kadar dolduruyor hafif ateşte pişen çorbayla.
02
taşmak, ağzına kadar dolu olmak
to be filled to the extent that the contents exceed the capacity of a container
Intransitive: to brim with sth
Örnekler
The river brimmed with water after days of heavy rain, threatening to flood the surrounding areas.
Nehir, günlerce süren şiddetli yağmurlardan sonra suyla taşıyordu ve çevredeki bölgeleri su basma tehdidi altındaydı.
Her eyes brimmed with tears as she listened to the heartfelt speech at her graduation ceremony.
Mezuniyet töreninde içten konuşmayı dinlerken gözleri gözyaşlarıyla dolup taşıyordu.
03
taşmak, dolu olmak
to be full of a particular quality or feeling
Örnekler
She was brimming with confidence before the presentation.
Sunumdan önce güvenle doluydu.
The garden was brimming with life in spring.
Bahçe ilkbaharda hayatla dolup taşıyordu.
Leksikal Ağaç
brimful
brimless
brim
