distant
Örnekler
Their house is located in a distant village in the mountains.
Evleri, dağlardaki uzak bir köyde bulunuyor.
The hikers could see a distant mountain range on the horizon.
Yürüyüşçüler ufukta uzak bir dağ sırasını görebiliyorlardı.
Örnekler
His distant manner made it hard for anyone to connect with him.
Onun mesafeli tavrı, herhangi birinin onunla bağ kurmasını zorlaştırıyordu.
She gave him a distant look, as if lost in her own thoughts.
Ona, kendi düşüncelerinde kaybolmuş gibi ona uzak bir bakış attı.
03
uzak akraba
having a connection that is not close or direct, as in a remote familial or social relationship
Örnekler
He found out he had a distant cousin living in another country.
Başka bir ülkede yaşayan uzak bir kuzeni olduğunu öğrendi.
She received a letter from a distant relative she had never met.
Hiç tanışmadığı uzak bir akrabasından bir mektup aldı.
Örnekler
His distant childhood memories often brought him nostalgia.
Onun uzak çocukluk anıları sık sık ona nostalji getirirdi.
The distant future holds many possibilities, though no one can predict them.
Uzak gelecek birçok olasılık barındırır, ancak kimse onları tahmin edemez.
Örnekler
Their views on the issue were distant, and they struggled to find common ground.
Konuya ilişkin görüşleri uzaktı ve ortak bir zemin bulmakta zorlandılar.
The two families came from distant cultural backgrounds, making their traditions vastly different.
İki aile, kültürel geçmişleri uzak olduğu için gelenekleri büyük ölçüde farklıydı.



























