to incapacitate
01
aciz bırakmak
to make something unable to work properly
Transitive: to incapacitate a system
Örnekler
The power outage incapacitated the entire building, rendering all electronic devices and equipment non-functional.
Elektrik kesintisi, tüm binayı etkisiz hale getirdi, tüm elektronik cihazları ve ekipmanları işlevsiz bıraktı.
The financial crisis incapacitated the company, leaving it unable to meet its financial obligations.
Finansal kriz şirketi aciz bıraktı, onu finansal yükümlülüklerini yerine getiremez hale getirdi.
1.1
iş yapamaz duruma getirmek
to injure or weaken someone in a way that one cannot live normally
Transitive: to incapacitate a person or their body parts
Örnekler
The spinal cord injury incapacitated him, leaving him paralyzed from the waist down.
Omurilik yaralanması onu etkisiz hale getirdi, belden aşağısını felç bıraktı.
A fall from the ladder incapacitated the worker, resulting in a lasting head trauma.
Merdiven düşüşü işçiyi sakat bıraktı, kalıcı bir kafa travmasına neden oldu.
1.2
ehliyetini kaldırmak, vesayet altına almak
to take away someone's ability to make their own decisions through a court order because they have a physical or mental problem
Transitive: to incapacitate sb
Örnekler
The court ruled to incapacitate the elderly woman due to her advanced dementia.
Mahkeme, ileri derecede bunaması nedeniyle yaşlı kadını ehliyetsiz kılmaya karar verdi.
After a severe head injury, the court decided to incapacitate the patient temporarily until they regained cognitive function.
Ciddi bir kafa yaralanmasından sonra, mahkeme hastanın bilişsel işlevini geri kazanana kadar geçici olarak ehliyetini kaldırmaya karar verdi.
Leksikal Ağaç
incapacitated
incapacitating
incapacitate
capacitate
capacit



























