equal
Örnekler
The twins received equal portions of cake for their birthdays.
İkizler doğum günleri için eşit miktarda pasta aldılar.
Sarah and David each received an equal share of the profits from their business venture.
Sarah ve David, iş girişimlerinden elde edilen kârlardan eşit pay aldılar.
02
gerekli özellikleri taşıyan
having the resources or qualities needed to accomplish a task
03
eşit
(of people) provided with the same opportunities, rights, or status, regardless of their characteristics or background
Örnekler
In a just society, everyone should be equal before the law, regardless of their social status.
Adil bir toplumda, herkes sosyal statüsüne bakılmaksızın yasalar önünde eşit olmalıdır.
The organization promotes equal pay for equal work, ensuring gender equality in the workplace.
Organizasyon, iş yerinde toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayarak eşit işe eşit ücreti teşvik eder.
to equal
01
eşit olmak, denk olmak
to be the same as something in value, meaning, or effect
Transitive: to equal sth
Örnekler
For many, success equals hard work and determination.
Birçokları için başarı, sıkı çalışma ve kararlılık demektir.
In this context, wealth equals power and influence.
Bu bağlamda, zenginlik güç ve etkiyle eşittir.
02
eşit olmak
to be the same size, value, number, etc. as something
Transitive: to equal a number or value
Örnekler
Ten divided by two equals five.
On bölü iki eşittir beş.
The sum of the angles in a triangle equals 180 degrees.
Bir üçgendeki açıların toplamı 180 dereceye eşittir.
03
eşit olmak, denk olmak
to reach the same level or ability as someone or something else
Transitive: to equal an achievement
Örnekler
Her singing talent equals that of the most famous performers.
Şarkı söyleme yeteneği, en ünlü performans sanatçılarınınkiyle eşit.
He worked hard to equal his competitor ’s achievements.
Rakibinin başarılarını denklemek için çok çalıştı.
04
eşitlemek, denklemek
to make things the same in amount, size, or quality
Transitive: to equal sth
Old useÖrnekler
The coach worked to equal the playing time for all the players.
Koç, tüm oyuncular için oyun süresini eşitlemek için çalıştı.
She adjusted the ingredients to equal the portions in each dish.
O, her tabaktaki porsiyonları eşitlemek için malzemeleri ayarladı.
Equal
01
eşit, denk
a person who is of equal standing with another in a group
Leksikal Ağaç
coequal
equality
equalize
equal
equ
