to hold on
[phrase form: hold]
01
beklemek, sabretmek
to tell someone to wait or pause what they are doing momentarily
Örnekler
The referee instructed the athletes to hold on while they reviewed the video replay.
Hakem, video tekrarını incelerken sporculara beklemelerini söyledi.
I need to take this call; can you hold on for a moment?
Bu çağrıyı almam gerekiyor; bir dakika bekler misiniz?
02
devam etmek
to continue a course of action despite the difficulties or dangers
Örnekler
The marathon runner felt exhausted but managed to hold on and finish the race.
Maraton koşucusu bitkin hissediyordu ama dayanmayı başardı ve yarışı bitirdi.
The rescue team encouraged the trapped miners to hold on as they worked to free them.
Kurtarma ekibi, mahsur kalan madencileri onları kurtarmak için çalışırken dayanmaları için teşvik etti.
03
tutmak, sıkıca sarılmak
to continue to keep a firm grip or physical contact with something or someone
Örnekler
She told her child to hold on to the railing while climbing the stairs.
O, merdivenleri çıkarken çocuğuna tutunmasını söyledi.
The hiker had to hold on to the rock ledge to avoid falling.
Yürüyüşçü, düşmemek için kayalık çıkıntıya tutunmak zorunda kaldı.
04
hatta kalmak, beklemek
to maintain a connection during a phone call, typically while waiting for someone to return or provide information
Örnekler
Please hold on, I'll transfer you to the right department.
Lütfen bekleyin, sizi doğru departmana aktaracağım.
Can you hold on for a moment? I need to consult with my supervisor.
Bir dakika bekleyebilir misiniz? Danışmanıma danışmam gerekiyor.
05
tutmak, saklamak
to maintain possession of something
Örnekler
He decided to hold on to his old car instead of buying a new one.
Yeni bir araba almak yerine eski arabasını tutmayı tercih etti.
It's wise to hold on to valuable collectibles for potential future value.
Değerli koleksiyonları potansiyel gelecek değeri için elde tutmak akıllıcadır.
