living
li
ˈlɪ
li
ving
vɪng
ving
British pronunciation
/lˈɪvɪŋ/

"living"kelimesinin İngilizce tanımı ve anlamı

Living
01

yaşayanlar, hayatta olanlar

people who are currently alive
living definition and meaning
example
Örnekler
The award honors both the living and those who have passed.
Ödül, hem yaşayanları hem de vefat edenleri onurlandırır.
She dedicated her life to helping the living and remembering the dead.
O, hayatını yaşayanlara yardım etmeye ve ölüleri anmaya adadı.
02

yaşam, hayat

the state of being alive, including all human experiences and activities
example
Örnekler
His memoir captures the essence of living in a small, rural village.
Anıları, küçük bir kırsal köyde yaşamanın özünü yakalar.
Living in a bustling city offers unique challenges and rewards.
Yaşamak, hareketli bir şehirde benzersiz zorluklar ve ödüller sunar.
2.1

yaşam tarzı, hayat

the particular way someone lives
example
Örnekler
The benefits of country living.
Kırsal yaşamın faydaları.
His minimalist living emphasizes simplicity and intentionality.
Onun minimalist yaşam tarzı, basitliği ve kasıtlılığı vurgular.
03

geçim, yaşam kaynağı

the financial resources or means by which a person sustains their life
example
Örnekler
He earns his living as a freelance graphic designer.
Serbest çalışan bir grafik tasarımcı olarak geçimini sağlıyor.
Many artists find it challenging to make a living from their craft.
Birçok sanatçı, sanatlarıyla geçimlerini sağlamayı zor buluyor.
living
01

yaşayan, hayatta olan

related to people who are currently alive
example
Örnekler
The living relatives attended the family reunion.
Yaşayan akrabalar aile birliğine katıldı.
They honored both the living and the deceased members of the community.
Toplumun hem yaşayan hem de vefat etmiş üyelerini onurlandırdılar.
02

canlı, gerçekçi

having the appearance of being alive or lifelike
example
Örnekler
The living wax figures in the museum were incredibly realistic.
Müzedeki canlı balmumu heykelleri inanılmaz derecede gerçekçiydi.
The living animation made the characters seem almost real.
Canlı animasyon, karakterleri neredeyse gerçek gibi gösterdi.
03

yaşayan, tüm

used to emphasize the extreme or absolute degree of something
InformalInformal
example
Örnekler
He was scared out of his living mind during the haunted house tour.
Perili ev turu sırasında ölümüne korkmuştu.
They had the living daylights scared out of them by the sudden thunderstorm.
Ani fırtına onlara ölüm korkusu yaşattı.
04

yaşayan, var olan

still existing or continuing
example
Örnekler
The living legend of King Arthur continues to inspire people around the world.
Kral Arthur'un yaşayan efsanesi dünya çapında insanlara ilham vermeye devam ediyor.
Her legacy is a living testament to her remarkable achievements.
Onun mirası, dikkate değer başarılarının yaşayan bir kanıtıdır.
05

canlı, doğal

referring to minerals or stone that are in their natural, unmined state
example
Örnekler
The geologist marveled at the living rock formations within the cave.
Jeolog, mağaranın içindeki yaşayan kaya oluşumlarına hayran kaldı.
Living minerals in the riverbed provide a habitat for various aquatic species.
Nehir yatağındaki canlı mineraller çeşitli su türleri için bir habitat sağlar.
06

canlı, aktif

still being actively used or utilized
example
Örnekler
The old library is a living resource for the community.
Eski kütüphane, topluluk için canlı bir kaynaktır.
Their living practices of sustainable farming are admired worldwide.
Sürdürülebilir tarımın yaşayan uygulamaları dünya çapında takdir edilmektedir.
LanGeek
Uygulamayı İndir
langeek application

Download Mobile App

stars

app store