Tangle
01
dolaşıklık
a matted or twisted mass that is highly intertwined
Örnekler
The wires were in a tangle, making it hard to separate them.
Kablolar bir düğüm içindeydi, bu da onları ayırmayı zorlaştırıyordu.
Her hair was a messy tangle after the windy walk.
Rüzgarlı yürüyüşten sonra saçları dağınık bir düğüm halindeydi.
02
karışıklık
a disagreement, fight, or conflict
03
dolaşık, karmaşa
a confused or complicated mass of things that are twisted or interwoven together
Örnekler
The company found itself in a legal tangle after breaching the contract with its partners.
Şirket, ortaklarıyla olan sözleşmeyi ihlal ettikten sonra kendini yasal bir karmaşa içinde buldu.
The politician faced a public relations tangle when his remarks were misunderstood by the media.
Politikacı, sözleri medya tarafından yanlış anlaşıldığında bir halkla ilişkiler karmaşası ile karşı karşıya kaldı.
04
bir kaza yumağı, bir karmaşa
a traffic accident involving two or more vehicles that have collided, often causing a messy or complicated situation on the road
Örnekler
A slight drizzle turned the roads slick, leading to a nasty tangle at the intersection.
Hafif bir çisenti yolları kaygan hale getirdi ve kavşakta kötü bir karmaşa yaşanmasına neden oldu.
There was a major tangle on the highway this morning, backing up traffic for miles.
Bu sabah otoyolda büyük bir karmaşa vardı, trafiği kilometrelerce geriye tıkadı.
to tangle
01
dolaşmak, karmaşık hale gelmek
to become twisted or knotted together in a confusing manner
Intransitive
Örnekler
The children 's kite strings tangled in the gusty wind, forming a knot.
Çocukların uçurtma ipleri sert rüzgarda dolaştı, bir düğüm oluşturdu.
The vines in the garden tended to tangle, making pruning a challenging task.
Bahçedeki asmalar dolaşma eğilimindeydi, bu da budamayı zorlu bir görev haline getiriyordu.
02
dolaştırmak, karmaşık hale getirmek
to become intricately complicated or intertwined, leading to confusion
Transitive: to tangle a situation
Örnekler
His explanation only served to tangle the situation, leaving us more confused than before.
Onun açıklaması sadece durumu karmaşık hale getirmeye yaradı, bizi öncekinden daha fazla karıştırarak.
His explanation only served to tangle the situation, leaving us more confused than before.
Onun açıklaması sadece durumu karmaşık hale getirmeye yaradı, bizi daha öncekinden daha fazla karışık bırakarak.
03
karışmak, girişmek
to become involved in a heated or confrontational exchange
Intransitive: to tangle with sb
Örnekler
Sarah did n't intend to tangle with her coworker, but their opposing views on the project escalated into a heated argument.
Sarah, iş arkadaşıyla tartışmaya girmeyi planlamamıştı, ancak proje hakkındaki zıt görüşleri hararetli bir tartışmaya dönüştü.
It's best to avoid tangle with internet trolls who thrive on provoking arguments and spreading negativity.
İnternet trolleriyle, tartışmaları kışkırtarak ve olumsuzluk yayarak beslenenlerle dalaşmaktan kaçınmak en iyisidir.
04
dolaşmak, karışmak
to become involved in a complex or chaotic situation, such as when multiple vehicles are involved in a traffic accident
Örnekler
Several cars tangle in the intersection after the driver runs a red light.
Sürücü kırmızı ışıkta geçtikten sonra birkaç araba kavşakta birbirine girer.
The accident caused a tangled mess of cars on the freeway.
Kaza, otoyolda arabaların karmaşık bir yığınına neden oldu.



























