Squint
01
yan bakış
the act of giving something or someone a look with eyes half open
02
şaşılık, göz kayması
abnormal alignment of one or both eyes
03
eğilim
a diagonal or oblique opening or passage in a wall, typically found in architecture, allowing a view or passage between different spaces or rooms
to squint
01
gözlerini kısarak bakmak
to look with eyes half-opened when hit by light, or as a sign of suspicion, etc.
Intransitive
Örnekler
In the bright sunlight, she squinted to shield her eyes from the glare.
Parlak güneş ışığında, gözlerini parlamadan korumak için gözlerini kıstı.
The detective squinted at the unfamiliar figure in the dimly lit alley.
Dedektif, loş ışıklı sokakta tanımadığı figüre şöyle bir baktı.
02
şaşı bakmak, şaşı olmak
to have eyes that are pointed in different directions
Intransitive
Örnekler
Despite wearing corrective glasses, he still squints occasionally.
Düzeltici gözlük takmasına rağmen, yine de ara sıra şaşı bakıyor.
The child 's parents became concerned when they noticed that he often squints.
Çocuğun ebeveynleri, sık sık şaşı baktığını fark ettiklerinde endişelendi.
03
şaşı bakmak
to partially close one's eye or eyes in order to see more clearly or to protect them from light
Transitive: to squint one's eyes
Örnekler
She squinted her eyes to read the small print on the medicine bottle.
İlaç şişesindeki küçük yazıyı okumak için gözlerini kıstı.
The photographer squinted his subject's eyes slightly to give a more intense and focused look in the portrait.
Fotoğrafçı, portrede daha yoğun ve odaklanmış bir bakış vermek için modelinin gözlerini hafifçe kıstı.
squint
01
şaşı, yan bakış
(used especially of glances) directed to one side with or as if with doubt or suspicion or envy
Leksikal Ağaç
squinty
squint
