busy
01
meşgul
having so many things to do in a way that leaves not much free time
Örnekler
As a student, Jenny is always busy with assignments, exams, and extracurricular activities.
Bir öğrenci olarak, Jenny her zaman ödevler, sınavlar ve ders dışı etkinliklerle meşguldür.
The project deadline is approaching, and the team is getting busy with finalizing reports and presentations.
Projenin son teslim tarihi yaklaşıyor ve ekip raporları ve sunumları tamamlamakla meşgul.
02
meşgul
(of a place) full of activity or people
Örnekler
The market was busy with shoppers looking for fresh produce.
Pazar, taze ürün arayan alıcılarla yoğundu.
The streets were busy with traffic during rush hour.
Yoğun saatlerde sokaklar trafikle yoğundu.
03
küçük ve birbiriyle ilgisiz ayrıntılarla dolu
having a lot of elements or details that make it feel crowded, confusing, or hard to navigate
04
müdahaleci, rahatsız edici
intrusive in a meddling or offensive manner
05
meşgul
(of a phone line) engaged in a call, meaning no new calls can be connected at that time
Dialect
American
American
Örnekler
She kept getting a busy signal when she tried to call her friend.
Arkadaşını aramaya çalıştığında sürekli meşgul sinyali alıyordu.
He found the line busy after multiple attempts to reach the office.
Ofise ulaşmak için birçok girişimden sonra hattın meşgul olduğunu buldu.
to busy
01
meşgul etmek, uğraştırmak
keep busy with
Leksikal Ağaç
busily
business
busyness
busy
