supreme
01
yüce, mükemmel
showing unmatched excellence and the highest level of quality or greatness
Örnekler
The artist 's latest masterpiece was hailed as a supreme achievement in the world of contemporary art.
Sanatçının son şaheseri, çağdaş sanat dünyasında üstün bir başarı olarak selamlandı.
The team 's victory in the championship game was a testament to their supreme talent and dedication.
Takımın şampiyonluk maçındaki zaferi, onların üstün yeteneğinin ve adanmışlığının bir kanıtıydı.
Örnekler
As the supreme leader of the nation, he made all major decisions affecting the country's future.
Ulusun en yüksek lideri olarak, ülkenin geleceğini etkileyen tüm büyük kararları verdi.
She held the supreme authority over the organization, making her word final on all matters.
Organizasyon üzerinde en yüksek otoriteye sahipti, bu da onun sözünün tüm konularda nihai olmasını sağlıyordu.
03
greatest or highest in degree, quality, or intensity
Örnekler
She felt supreme joy at her promotion.
The dish was prepared with supreme skill.
04
final, ultimate, or last in a sequence, life, or process
Örnekler
His supreme moment came at the end of his career.
The novel describes her supreme triumph over adversity.
Örnekler
His supreme goal in life is to achieve peace and happiness.
Hayattaki en yüce amacı huzur ve mutluluğa ulaşmaktır.
Ensuring national security is the supreme responsibility of the government.
Ulusal güvenliği sağlamak, hükümetin en yüksek sorumluluğudur.
Supreme
01
supreme
a boneless, skinless piece of meat or poultry, often prepared or presented in an elegant or refined way
Örnekler
The chef served a chicken supreme with a delicate sauce.
A turkey supreme was the centerpiece of the holiday meal.
Leksikal Ağaç
supremacy
supremely
supreme
