obdurate
01
inatçı, dik başlı
stubbornly refusing to change one's behavior or course, especially in doing wrong
Örnekler
The criminal remained obdurate, refusing to admit guilt.
Suçlu, suçunu kabul etmeyi reddederek inatçı kaldı.
He was obdurate in his dishonesty, even when confronted with evidence.
Sahtekarlığında inatçıydı, hatta kanıtlarla karşı karşıya kaldığında bile.
02
duygusuz, katı yürekli
emotionally hardened; unmoved by pity, compassion, or tender feelings
Örnekler
The king was obdurate to the cries of his starving people.
Kral, aç halkının çığlıklarına karşı inatçı idi.
She gave an obdurate response, showing no sympathy for their suffering.
O, onların acısına hiç sempati göstermeden inatçı bir yanıt verdi.



























