Flesh
01
et
the soft part of the body of an animal, between the skin and bones
Örnekler
He prepared a mouthwatering dish with the tender and flavorful flesh of the lamb.
Kuzunun yumuşak ve lezzetli eti ile iştah açıcı bir yemek hazırladı.
The roasted duck had a crispy skin and succulent flesh.
Kızarmış ördeğin çıtır bir derisi ve sulu bir eti vardı.
02
vücut
the soft parts of the human body
Örnekler
She winced as the needle pierced her flesh during the vaccination.
Aşı sırasında iğne eti deldiğinde yüzünü buruşturdu.
The forensic examiner examined the wound to determine the depth of penetration into the flesh.
Adli tıp uzmanı, yaranın et içine ne kadar girdiğini belirlemek için yarayı inceledi.
03
meyvenin yumuşak kısmı
the soft, edible part of a fruit beneath the skin
Örnekler
The peach 's flesh was sweet and juicy.
The apple 's white flesh turned brown when exposed to air.
to flesh
01
to scrape or remove remaining flesh from animal hides in preparation for tanning or leather production
Örnekler
The workers fleshed the hides before soaking them in lime.
She used a curved knife to flesh the deerskin.
