to proffer
01
sunmak
to offer something and let the other person decide whether to accept or reject it
Ditransitive: to proffer sth to sb
Örnekler
The job applicant nervously proffered their resume to the interviewer.
İş başvurusu yapan kişi, gergin bir şekilde röportaj yapana özgeçmişini sundu.
The teacher proffered a challenging math problem to the students for extra credit.
Öğretmen, öğrencilere ek puan için zorlu bir matematik problemi sundu.
02
önermek
to offer an explanation, advice, or one's opinion on something
Transitive: to proffer an advice or opinion
Örnekler
Despite his reservations, John proffered his opinion on the matter, hoping to contribute to the discussion.
Çekincelerine rağmen, John tartışmaya katkıda bulunma umuduyla konu hakkındaki görüşünü sundu.
Sarah proffered her advice on how to handle the situation, drawing from her years of experience in the industry.
Sarah, sektördeki yılların deneyiminden yararlanarak, durumu nasıl ele alacağına dair tavsiyelerini sundu.
Proffer
01
teklif, öneri
an offer or proposal put forward for someone to evaluate or respond to
Örnekler
He made a proffer of peace after years of conflict.
Yıllar süren çatışmadan sonra barış için bir teklif yaptı.
The company 's proffer was rejected by the board.
Şirketin teklifi kurul tarafından reddedildi.
