potential
01
olası
having the possibility to develop or be developed into something particular in the future
Örnekler
She saw potential issues with the project and addressed them early on.
Projeyle ilgili potansiyel sorunları gördü ve onları erken aşamada ele aldı.
They discussed potential solutions to the problem during the brainstorming session.
Beyin fırtınası oturumunda soruna potansiyel çözümleri tartıştılar.
Potential
01
potansiyel
the inherent capability or ability to develop, achieve, or succeed in the future
Örnekler
The young athlete showed great potential to become a world-class competitor.
Genç atlet, dünya standartlarında bir yarışmacı olmak için büyük bir potansiyel gösterdi.
Her artistic potential was evident from the stunning paintings she created at such a young age.
Genç yaşta yarattığı etkileyici tablolardan, onun sanatsal potansiyeli belliydi.
1.1
potansiyel, olasılık
the possibility or likelihood of something happening or becoming true, real, or effective
Örnekler
The new policy has the potential to improve healthcare access for millions of people.
Yeni politika, milyonlarca insan için sağlık hizmetlerine erişimi iyileştirme potansiyeline sahiptir.
The storm has the potential to cause significant damage if it makes landfall.
Fırtına karaya ulaşırsa önemli hasara yol açma potansiyeline sahip.
Örnekler
The potential across the battery terminals was measured at 12 volts.
Pil terminalleri arasındaki potansiyel 12 volt olarak ölçüldü.
Engineers calculated the electrical potential between the two nodes to ensure the circuit would function properly.
Mühendisler, devrenin düzgün çalışacağından emin olmak için iki düğüm arasındaki elektrik potansiyelini hesapladı.
Leksikal Ağaç
potentiality
potentially
potential
potent
