to dazzle
01
göz kamaştırmak, hayran bırakmak
to impress or surprise someone greatly with remarkable talent or charm
Transitive: to dazzle sb
Örnekler
Her stunning performance on stage dazzled the audience with her talent.
Sahnedeki çarpıcı performansı yeteneğiyle seyirciyi büyüledi.
The artist 's intricate paintings dazzled art enthusiasts with their beauty.
Sanatçının karmaşık resimleri, güzellikleriyle sanat meraklılarını büyüledi.
02
gözünü kamaştırmak, kamaştırmak
to make someone unable to see for a short time due to a strong or brilliant light
Transitive: to dazzle a person or their vision
Örnekler
The camera flash dazzled her eyes, leaving her blinking rapidly.
Kamera flaşı gözlerini kamaştırdı, onu hızlıca göz kırpmaya bıraktı.
The powerful stage lights dazzled the actors as they performed.
Sahnenin güçlü ışıkları oyuncuları oynarken gözlerini kamaştırdı.
Dazzle
01
göz kamaşması, kamaşma
intense light that temporarily impairs vision
Örnekler
The dazzle of the sun made it hard to see the path.
Güneşin göz kamaştırıcı parıltısı yolu görmeyi zorlaştırıyordu.
He shielded his eyes from the dazzle of the headlights.
Gözlerini farların göz kamaştırıcı parıltısından korudu.
Leksikal Ağaç
dazzled
dazzling
dazzle



























