time-worn
01
zaman eskimiş, yıpranmış
used or existed for a long time, often showing signs of age or wear
Örnekler
The time-worn bookshelves in the library bore the marks of countless readers over the years.
Kütüphanedeki zamanla yıpranmış kitaplıklar, yıllar boyunca sayısız okuyucunun izlerini taşıyordu.
The time-worn cobblestone streets of the old town were filled with history.
Eski kasabanın zamanla aşınmış taş döşeli sokakları tarihle doluydu.
Örnekler
The comedian ’s routine was full of time-worn jokes that did n’t get many laughs.
Komediyenin gösterisi, pek fazla gülme getirmeyen bayat şakalarla doluydu.
He used the same time-worn excuse for being late to work, and no one believed him.
İşe geç kaldığı için aynı bayat mazereti kullandı ve kimse ona inanmadı.
