to prosecute
01
hakkında soruşturma açmak
to try to charge someone officially with a crime in a court as the lawyer of the accuser
Transitive: to prosecute a case
Intransitive
Örnekler
The lawyer was hired to prosecute the case on behalf of the victim ’s family.
Avukat, mağdurun ailesi adına davayı kovuşturmak için tutuldu.
She was asked to prosecute the case, bringing the defendant to trial for fraud.
Ondan, dolandırıcılık suçlamasıyla sanığı yargı önüne çıkarmak için davayı kovuşturması istendi.
02
dava açmak
to officially accuse a person or an organization of a crime and ask a court to judge them
Transitive: to prosecute sb
Örnekler
The state decided to prosecute the company for environmental violations.
Devlet, çevre ihlalleri nedeniyle şirketi kovuşturmaya karar verdi.
The government plans to prosecute those responsible for the financial fraud.
Hükümet, finansal dolandırıcılıktan sorumlu olanları kovuşturmayı planlıyor.
03
takip etmek, ısrar etmek
to persist in carrying out a plan or action until it is completed or achieved
Transitive: to prosecute a course of action
Örnekler
Despite the challenges, she decided to prosecute her goal of completing the marathon.
Zorluklara rağmen, maratonu tamamlama hedefini takip etmeye karar verdi.
He vowed to prosecute his research on renewable energy until he found a viable solution.
Yenilenebilir enerji üzerine yaptığı araştırmayı uygulanabilir bir çözüm bulana kadar sürdürmeye yemin etti.
Leksikal Ağaç
prosecutable
prosecution
prosecutor
prosecute
