Jaundice
01
düşmanlık
a prejudice, bitter, and hostile attitude or state
Örnekler
She spoke about the issue with a jaundice that suggested deep-seated anger.
Sorun hakkında, derinlere kök salmış bir öfkeyi ima eden bir kin ile konuştu.
His jaundice toward the company stemmed from a long history of grievances.
Şirkete karşı önyargısı, uzun bir şikayet geçmişinden kaynaklanıyordu.
02
sarılık hastalığı
a medical condition in which one's skin or the whites in one's eyes turn yellow, caused by a liver disease or blockage of the bile duct
Örnekler
The doctor diagnosed the newborn with jaundice and recommended light therapy.
Doktor yenidoğanı sarılık ile teşhis etti ve ışık tedavisi önerdi.
Jaundice can be an early warning sign of serious liver problems.
Sarılık, ciddi karaciğer sorunlarının erken bir uyarı işareti olabilir.
to jaundice
01
sarılığa yakalanmak
to affect or be affected by the medical condition known as jaundice, characterized by a yellowing of the skin or eyes
Örnekler
After the newborn was diagnosed with high bilirubin levels, the doctors were concerned he might jaundice.
Yenidoğana yüksek bilirubin seviyeleri teşhisi konulduktan sonra, doktorlar onun sarılık olabileceğinden endişe ettiler.
The medical team monitored the patient closely, suspecting he might jaundice if his liver function deteriorated further.
Tıbbi ekip, karaciğer fonksiyonu daha da kötüleşirse sarılık olabileceğinden şüphelenerek hastayı yakından izledi.
02
kıskançlık duymak
to give a negative view or twist to something
Örnekler
His past experiences jaundiced his views on relationships, making him overly cautious.
Geçmiş deneyimleri, ilişkilere dair görüşlerini kararttı, onu aşırı temkinli hale getirdi.
Critics argue that the media often jaundices the truth to create a more compelling story.
Eleştirmenler, medyanın genellikle daha çekici bir hikaye oluşturmak için gerçeği kararttığını savunuyor.
