devout
01
dindar
believing firmly in a particular religion
Örnekler
He leads a devout lifestyle, observing religious rituals with unwavering dedication.
O, sarsılmaz bir adanmışlıkla dini ritüelleri gözlemleyerek dindar bir yaşam tarzı sürdürüyor.
She is a devout follower of Buddhism, practicing meditation daily.
O, günlük meditasyon yaparak Budizm'in dindar bir takipçisidir.
02
içten
sincere or earnest in one's beliefs, convictions, or principles
Örnekler
She was a devout advocate for animal rights, dedicating her time and resources to supporting the cause.
Hayvan haklarının dürüst bir savunucusuydu, zamanını ve kaynaklarını bu davayı desteklemeye adadı.
He remained devout in his commitment to environmental conservation, consistently volunteering for clean-up initiatives.
Çevre korumaya olan bağlılığında dindar kaldı, sürekli olarak temizlik girişimlerine gönüllü oldu.



























