Frontier
01
iki ülke arasındaki sınır
the outer edge of occupied or developed land, beyond which lies unsettled territory
Örnekler
Pioneers migrated westward, steadily pushing the frontier of settlement into new territories.
Öncüler batıya göç etti, yerleşimin sınırını sürekli olarak yeni topraklara doğru itti.
During the 19th century, settlers pushed west across the Great Plains, gradually expanding the frontier of the young American nation.
19. yüzyılda, yerleşimciler Büyük Ovalar boyunca batıya doğru ilerledi ve genç Amerikan ulusunun sınırını yavaş yavaş genişletti.
02
sınır, yeni ufuk
an undeveloped field of study; a topic inviting research and development
03
sınır
an area located at a border, where two countries or regions meet
Örnekler
The town lies right on the frontier, making it a strategic location for trade.
Kasaba tam olarak sınır üzerinde yer alır, bu da onu ticaret için stratejik bir konum haline getirir.
Customs officers work diligently at the frontier to enforce immigration laws.
Gümrük memurları, göçmenlik yasalarını uygulamak için sınırda sınırda özenle çalışıyor.



























