bronze
bronze
brɑnz
branz
British pronunciation
/brɒnz/

"bronze"kelimesinin İngilizce tanımı ve anlamı

Bronze
01

tunç

a reddish-brown alloy made primarily of copper combined with tin, and often small amounts of zinc, nickel, or other metals, to enhance strength and corrosion resistance
bronze definition and meaning
example
Örnekler
Engineers selected phosphor bronze for the marine bearings because of its resistance to saltwater erosion.
Mühendisler, deniz yatakları için fosfor bronzu seçti çünkü tuzlu su aşınmasına karşı dayanıklıdır.
Ancient Chinese artisans achieved remarkable detail in their ritual vessels by casting bronze.
Eski Çinli zanaatkarlar, ritüel kaplarında bronz dökerek dikkat çekici detaylar elde ettiler.
02

bronz sanat eseri

a statue or any other artwork made of bronze
bronze definition and meaning
example
Örnekler
The city erected a bronze in the town square to honor its founding fathers.
Şehir, kurucu babalarını onurlandırmak için şehir meydanına bir bronz dikti.
The collector added a rare bronze to his collection of art from around the world.
Koleksiyoncu, dünyanın dört bir yanından sanat eserlerinden oluşan koleksiyonuna nadir bir bronz ekledi.
bronze
01

bronz rengi

deep reddish-brown in color
Wiki
bronze definition and meaning
example
Örnekler
The sunset painted the sky with a soft bronze glow.
Gün batımı, gökyüzünü yumuşak bir bronz parıltıyla boyadı.
The autumn leaves took on a brilliant bronze color as they fell from the trees.
Sonbahar yaprakları ağaçlardan düşerken parlak bir bronz rengi aldı.
02

bronz kaplı, bronzdan yapılmış

covered with or made of a reddish-brown metal named bronze
example
Örnekler
The statue stood tall on its bronze pedestal in the town square.
Heykel, şehir meydanındaki bronz kaidesi üzerinde dimdik duruyordu.
She wore a bronze necklace that complemented her warm-toned outfit.
Sıcak tonlu kıyafetini tamamlayan bronz bir kolye takıyordu.
to bronze
01

bronzlaşmak, güneşte kararmak

to acquire a brownish or golden color on the skin as a result of sun exposure
Intransitive
example
Örnekler
She bronzed beautifully after spending a week in the Caribbean.
Karayip'lerde bir hafta geçirdikten sonra güzelce bronzlaştı.
His skin began to bronze after several days of outdoor activities.
Birkaç günlük açık hava etkinliklerinden sonra teni bronzlaşmaya başladı.
02

bronzla kaplamak, bronz rengi vermek

to coat an object so that it has the color, sheen, or appearance of bronze
example
Örnekler
The metalworker bronzed the iron fence panels to give them an aged, classical look.
Metal işçisi, demir çit panellerine yaşlanmış, klasik bir görünüm vermek için onları bronzladı.
During restoration, the renovator will bronze the original doorknobs to match the building's historic fixtures.
Restorasyon sırasında, yenileyici orijinal kapı kollarını binanın tarihi donanımlarıyla eşleşecek şekilde bronzlaştıracak.
LanGeek
Uygulamayı İndir
langeek application

Download Mobile App

stars

app store