to zoom in
[phrase form: zoom]
01
yakınlaştırıp büyütmek
to adjust the lens of a camera in a way that makes the person or thing being filmed or photographed appear closer or larger
Intransitive: to zoom in | to zoom in on sth
Örnekler
The nature photographer zoomed in on the butterfly resting on the flower.
Doğa fotoğrafçısı, çiçeğin üzerinde dinlenen kelebeğe yakınlaştırdı.
The security camera system allowed the operator to zoom in on specific areas of the building.
Güvenlik kamera sistemi, operatörün binanın belirli alanlarına yakınlaşmasına izin verdi.
02
yakından bakmak
to take a closer look at something by paying attention to it, often by making it bigger or clearer
Intransitive: to zoom in on sth
Örnekler
During the lecture, the professor used a projector to zoom in on specific sections of the textbook.
Ders sırasında profesör, ders kitabının belirli bölümlerine yakınlaşmak için bir projektör kullandı.
The documentary filmmaker decided to zoom in on the facial expressions of the interviewees.
Belgesel yapımcısı, röportaj yapılan kişilerin yüz ifadelerine yakınlaşmaya karar verdi.
