to run on
[phrase form: run]
01
uzamak, duraklamadan devam etmek
to continue without a pause, often lasting longer than expected or needed
Örnekler
The meeting ran on as the team delved into detailed discussions about the project's implementation.
Toplantı, ekibin projenin uygulanması hakkında detaylı tartışmalara dalmasıyla uzadı.
The novel 's final chapter seemed to run on, providing additional details that some readers found unnecessary.
Romanın son bölümü uzayıp gidiyor gibiydi, bazı okuyucuların gereksiz bulduğu ek detaylar sağlıyordu.
02
enerji kaynağı tarafından çalıştırılmak
to operate using a specific energy source
Örnekler
This car can run on electricity alone for short trips.
Bu araba, kısa yolculuklar için yalnızca elektrikle çalışabilir.
The backup heater can run on natural gas during power outages.
Yedek ısıtıcı, elektrik kesintileri sırasında doğal gaz ile çalışabilir.
03
durup dinlenmeden konuşmak, aralıksız konuşmak
to speak about something without pausing, even though it may be difficult to understand or follow
Örnekler
She can run on for hours about her favorite TV shows, even if nobody's interested.
O, kimse ilgilenmiyor olsa bile, en sevdiği TV şovları hakkında saatlerce durup dinlenmeden konuşabilir.
During the meeting, the manager ran on about the new project, but no one understood the key points.
Toplantı sırasında, yönetici yeni proje hakkında durup dinlenmeden konuştu, ancak kimse ana noktaları anlamadı.



























