to double up
[phrase form: double]
01
paylaşmak, aynı alanı işgal etmek
to share or occupy the same space or accommodation with another person, often due to limited resources
Intransitive
Örnekler
During the camping trip, the shortage of tents forced the friends to double up in sleeping bags.
Kamp gezisi sırasında çadır eksikliği, arkadaşları uyku tulumlarında iki kişi bir arada yatmak zorunda bıraktı.
With limited office space, the team had to double up in cubicles until additional workspace became available.
Sınırlı ofis alanıyla, ekip, ek çalışma alanı sağlanana kadar paylaşmak zorunda kaldı.
02
iki büklüm olmak, kahkahadan kıvrılmak
to bend over typically as a reaction to laughter or pain
Intransitive
Örnekler
The comedian 's joke was so funny that the audience began to double up with laughter.
Komedyenin şakası o kadar komikti ki seyirciler iki büklüm gülmeye başladı.
The sharp pain in her stomach caused her to double up momentarily.
Midesindeki keskin ağrı onu bir anlığına ikiye katlanmaya zorladı.
03
iki katına çıkarmak, kazancı ikiye katlamak
to use winnings from one bet as the stake for a subsequent wager in the hopes of increasing overall winnings
Intransitive
Örnekler
After winning the first round, he decided to double up and use his earnings for a riskier bet.
İlk turu kazandıktan sonra, katlamaya karar verdi ve kazancını daha riskli bir bahis için kullandı.
The gambler, feeling lucky, chose to double up on his successful bet and try for a more significant win.
Şanslı hisseden kumarbaz, başarılı bahsini ikiye katlamayı ve daha büyük bir kazanç elde etmeyi denemeyi seçti.



























